“Bizler için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
Röportaj | “Fabrikada sabah vardiyasında çalışırken, cep telefonumun can çekişircesine çaldığını makine seslerinden duymadım. Oysa can çekişen cep telefonum değil, yıkılan binaların altında kalan yakınlarımmış.” Babam, “kızım Avusturya senin ikinci vatanın, alış oraya” derdi. İkinci vatanımdan, birinci vatanımdaki babama yetişemedim…
Üniversite eğitimini yarıda bırakarak evlilik yoluyla Avusturya’ya gelmişti. Ne yapabilirdi ki “gönül ferman dinlemiyordu.”
“Onu Hatay kadar sevmiştim ve onun için ailemi ve Hatay’ı bırakıp Avusturya’ya geldim. Bunun bedelini, Hatay’ı ve ailemi kaybederek ödedim… Bende onlarla kaybolmak isterdim…”
Elif 39 yaşında, yaklaşık 15 yıldır Avusturya’da yaşıyor. Severek evlendiği ancak sonradan ayrıldığı eşinin üzerinden geldiği bir dağ kasabasında yeni hayatına başlamış, Türkiye’deki eğitiminin de etkisiyle kısa sürede Almancayı öğrenmiş ve Avusturya’daki yaşama uyum sağlamıştı.
İsminin bilinmesini istemediği bir fabrikada usta başı olarak çalışıyor. Elif, çalıştığı fabrikadan bahsederken bile depremde kaybettiği babasının ona söylediği öğütlerden bahsediyor. Çünkü Elif, deprem haberini fabrikada çalıştığı esnada almıştı.
“Fabrikada beraber çalıştığın işçiler senin kardeşin. Şayet söylediğin gibi Almanca bilmediklerinden dolayı hor görülüyorlarsa, sana düşen o fabrikanın sendikasına girmek ve onların hakkını savunmaktır.”
Bütün yaşantımı şekillendiren o insan “babam” artık yok diyordu, kendisinin yer almadığı son aile fotoğrafına bakarak.
Elif, çok zorda olsa birkaç gün sonra deprem bölgesine ulaştığını söylüyor. Hatay’ı gördüğümde acım sosyalleşti diyordu.
“Bütün güç gösterilerinin, bütün siyasilerin ve devletlerin hiçbir önemi kalmamıştı benim için. O büyük konuşanları, büyüten halk enkazın altında kalmış günlerce can çekişerek ve soğuktan donarak ölmüştü. Gözlerimle gördüğüm çaresizliği ve yalnız bırakılmayı, hiçbir inanç, ideoloji veya devlet kutsallığıyla bana izah edemez. Bu şekilde bir ölüm, Hatay’ın ve diğer deprem bölgelerinin kaderi değildi […]”
İnsan kendi acısını unutuyor diyordu Elif…
Deprem bölgesinde çalışmalara katıldığını söylüyor ama ne işe yaradığımı bile bilmiyorum, hatırladığım ve en çok yaptığım şey çorba dağıtmak olmuştu diyor. Yaşanan acılar karşısında kendi acımı, kendi içimde bile ön plana çıkarmak, haksızlık gibi geliyordu. Çünkü insanların yaşadığı acının bir tarifi bile yoktu…
Acıyı yaşayacak zaman da yoktu. İlk günlerde yalnız kalan halk, daha fazla yaşanacak acının önüne geçmek için enkaz altında yakınlarını arıyordu. Bir hafta geçmesine rağmen umutla bekleyen insanların yüzleri rüyalarıma giriyor. Belki de birçoğu yakınlarının cansız bedenlerine bile ulaşmayacak. Ömür boyu “ya ölmediyse, bir gün çıkıp gelecek” umuduyla yaşayacaklar… Böyle yaşanmaz…
Elif Avusturya’ya geri döndüğünde depremzedelere yardım kampanyalarına katıldığını söylüyor.
“Acımı yaşamayı, yeni acılar yaşanmasın diye erteledim ve yardım kampanyalarına nasıl destek olabilirim diye düşündüm. Hem bu benim acımı da hafifletmese de iyi hissetmeme neden oluyordu. Ancak sonra gördüm ki yardım kampanyaları, Türkiye’deki yardım dağıtımları gibi çarpıklaştı ve kimi zaman gösterişli bir duruma geldi. Yardım yaparken bile bölündük… Ama her yapılan yardım, sanki bana yapılmış gibi sevindim…”
Bundan sonra nasıl bir yaşamın kendisini beklediğini sorduğumda, ayağa kalktı ve evinin penceresinden, bir ucu Viyana’ya diğer ucu ise Türkiye istikametine uzanan otobana bakarak, “Ailemi özlediğimde hep bu yola bakardım. Binlerce araç trafiği gözlerimi yormaya başlayınca, özlemimin yerini bir tebessüm alır ve hayat devam ediyor derdim… O yol beni aileme götüren yoldu… Şimdi ailem yok, gidecek bir yer yok… Artık bizler için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…”
Elif, depremde yıkılan ailesinin yaşadığı evin enkazından bulduğu birtakım eşyaları, sanki bir deprem köşesi oluşturur gibi evine yerleştirmiş.
Ailesinden birden fazla kayıp verdiği bilgisinden fazlasına izin vermeyen Elif, Türkiye’ye ve Hatay’a uzun yıllar gidemeyeceğini, belki de hiç gidemeyeceğini söylüyor.
Ancak Elif bunları söylerken, Hatay’ı evine getirdiğinin farkında mıydı acaba…
Çünkü acı, sahibi nereye giderse o ondan önce oraya yerleşir ve sahibinin tüm yaşantısını belirlerdi… | Röportaj Adem Hüyük | © DV. Avrupa Medya